Yeni Normal mi? Yeni mi? Normal mi?


Abdurrahman Çakır

Kovid-19 nedeniyle ilan edilen salgın döneminde yayıncılıkta bu soru daha da önem kazandı. Karantina sürecinde kurumların başlattığı esnek çalışma ve mekân bağımsız yayıncılık modeli, dijital mecraları beklendiğinden çok süratli biçimde hayatımıza yerleştirdi. Sınıflar stüdyoya, stüdyolar sınıfa dönüştürülerek başlatılan eğitim programları, kamu ve özel kurum ve kuruluşların online toplantı sürecine geçişi, uzaktan eğitim modellerini 2020’nin yeni normali hâline getirdi.

“Yeni Normal”in ilk ihtiyacı: Yeni Medya Okuryazarlığı 

Dijital yayıncılığın en önemli problemi bilgi güvenliği ve denetim süreci, yani editoryal süreç. 2016 yılındaki Olağanüstü Dönemlerde Yayıncılık sayımızda, bu soruyu medya profesyonellerine sormuş ve konuyu etraflıca araştırmıştık. Kamu ya da özel sektör yayıncıların kurumsal kimlik kazanmış internet haber siteleri için böyle bir problem yok. Ancak bu güce ve imkâna sahip olmayan yayıncıların sektörün gerisinde kalmamak adına başvurduğu yöntemler, bilgi kirliliği ve telif hakları sorununu beraberinde getirdi. Medya okuryazarlığı eğitimleri sürüyor lakin yeni medya okuryazarlığı konusunda tüm ülkeler hazırlıksız ve bu dijital yayıncılıkta büyük bir boşluk oluşturuyor.

Karantina sürecinde virüsle mücadele konusunda, yanlış bilgi içeren haberlerin dijital mecralar aracılığıyla toplum gündemine saatlerle ölçülebilecek bir hızda girmesi, önümüzdeki sürecin ipuçlarını da bize veriyor. Levent Erden’in dediği gibi: “Daha hızlı bir değişim bizi bekliyor.” Bu doğru ancak biz bu değişimin hızına ne kadar hazırlıklıyız? İşte burası muamma. Sıradan bir bireyin gördüğü bir rüyayı Whatsapp üzerinden dolaşıma sokması, kuruyemişçilerde kuyruklara neden oldu ve medya buna engel olacak hiçbir bilimsel ya da teknolojik çözüm üretemedi. Meselenin bu yönünü uzmanlarıyla konuşmaya çalıştık. Zorunlu sosyal medya kullanımı, dijital mecralardaki canlı yayın seçenekleri, eğitimsiz ve tecrübesiz kişilerin yayıncılık yapmasına imkân sağlıyor. Bunun yanı sıra konvansiyonel medyanın dışında yeni yayıncılık formatlarını hızlandırıyor. Özellikle Youtube ve Instagram’da başlayan canlı yayınlar, dijital habercilik ve tematik yayıncılık içeren sayfalar, doğru bilginin hızlı bilgiye yenilgisine neden olacak bir zemine sürüklüyor bizi. Bu noktada bizi rahatlatan bir husus var, İngiltere’de BBC’nin, Türkiye’de TRT’nin ve diğer ülkelerde kamu yayıncılarının bu süreçte en çok güvenilen bilgi kaynağı olması, tüm dünyada kamu yayıncılığın gücünü koruduğunu ortaya koydu. Belli ki insanlar, hayati bir mesele söz konusu olduğunda, kamu otoritesine müracaat ediyor. Bu noktada kamu yayıncılarının dijital yayıncılığa yatırım yapmasını zorunlu kılacak nedenlerin gücü artarak devam ediyor. Bunlardan biri de şu: 2019 yılında tüm dünyada reklam sektörünün cirosu 378 milyar dolar olarak gerçekleşti. Dijital mecralar ilk bu rakamın yarısına erişti ve pastayı iki dilime bölmeyi başardı. Artık, eğitim, kamu sorumluluğu ve zamanın ruhu gibi etkenlerin yanına, finansal bir zorunluluk da eklendi. Dijitalde yoksanız sadece gençlerden kopmuyor, reklam pastasından da payınızın azalmasına razı oluyorsunuz.

Salgının konuşulacak birçok boyutu var. Bilim kurulu, teknoloji ve bilişim danışmanları, sosyolog ve psikologlar, olgulardan yola çıkarak bize var olanın analizini yapıp olası sonuçları ve almamız gereken tedbirleri söylediler/söylüyorlar. Fakat bu işin ulusal ve uluslararası anlamda felsefesini yapmaya şiddetle ihtiyacımız var. Adına “Yeni Normal” denen yeni bir yaşam tarzından bahsediliyor ve bunu kabul etmemiz isteniyor. Kavramsallaştırma açısından bu ifadeyi, Alev Alatlı, Levent Erden gibi yazarlar sorunlu buluyor. Levent Erden “Yeni Normal” yerine “Sürekli Yeni” kavramını koyuyor ve çok daha hızlı bir değişimin içinde kendimizi bulacağımızı söylüyor. Alev Alatlı ise sürecin gereğinden fazla önemsendiğini, abartıldığını, bu arada gözden kaçırılan noktalar olabileceğini, DSÖ gibi kurumların sorgulanması gerektiğini ifade ediyor. Başta Slavoj Zizek ve Noam Chomsky gibi isimler ise krizden fırsat çıkarırcasına kendi ideolojilerini salgın üzerinden meşrulaştırmaya yönelik bir tavır sergiliyor. “Kapitalizmin sonu geliyor mu?” sorusu elbette sorulmayı hak ediyor ancak iyimser bir niyetten öteye gidemiyor. Byugn Chul Han’ın kapitalizm şekil değiştiriyor yorumu daha sağduyulu bir yaklaşım gibi görünüyor. “Kapitalizm bütünüyle bir gözetleme kapitalizmine dönüşüyor. Google, Facebook ya da Amazon gibi platformlar kârlarını azamileştirmek için bizi gözetliyor ve manipüle ediyor. Her tıklama kayıt altına alınıyor ve analiz ediliyor. Algoritma akışları tarafından kuklalar gibi gezdiriliyoruz. Ama kendimizi özgür hissediyoruz. Özgürlüğü bir kulluğa dönüştüren bir özgürlük diyalektiğine tanık oluyoruz. Buna hâlâ liberalizm denebilir mi?”[1]

Sınırları kapatan Avrupa’nın birliğinden tutun da Çin’i günah keçisi göstermeye çalışan (çamaşır suyu içelim mi içmeyelim mi diye de tartışan) ABD’nin buyurgan ve tehditkâr yaklaşımı, bizi beklediği ve hazırlıklı olmamız söylenen yeni derin yalnızlığın kaynaklarına kadar, üzerinde ciddiyetle durmamız gereken problemler bizi bekliyor.

“Çevrim Dışı Olma Hakkı”

Yeni olan ne var? Yaşadıklarımız ne kadar normal? Üstelik kime göre yeni? Neye göre normal? Bu süreçten en kârlı çıkanın teknoloji şirketleri olduğunu göz önünde bulundurursak yeni olan şey dijital gözetim, normal olan şey herkesin bir veriye dönüşmesi ve yeni normal big datanın mutlak gücü mü? Noah Harari gibi fütüristlerin belirttiği gibi bugün doğan çocuklarımızın işsiz kalmaması için onlara yazılım öğretmek zorunda kalacağımız bir sisteme hazır mı olmalıyız? Bir başka fütürist, Gerd Leonhard, “Teknolojiye Karşı İnsanlık” eserinde Dijital Çağ için beş yeni insan hakkı öneriyor: Biyolojik kalma hakkı, Verimsiz olma hakkı, Çevrim dışı olma hakkı, Anonim olma hakkı, İnsanları işe alma hakkı.

Bunların içinde “Çevrim Dışı Olma Hakkı” hemen göze çarpıyor. Belki de “Yeni Normal” olarak kabul edilen bu yeni dönemde en çok ihtiyacımız olan haklardan biri bu olacak. Gerd Leonhard’la bu konuyu da mercek altına almaya çalıştık. Bunun yanı sıra Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın: “Alışmak zorundayız.” dediği yalnızlık da üzerinde düşünülmeyi hak eden bir başka yeni problem. Prof. Dr. Serdar Öztürk, tam bu noktada “empati” yeteneğimizi geliştirmek için bir fırsatla karşı karşıya olduğumuzun altını çiziyor. Chomsky, “İnsanlar salgından önce de sosyal izolasyon içindeydi. Salgın bunu pekiştirdi.” dese de bu daha çok Batı toplumları için geçerli bir tez olarak algılanıyor. Ne zaman birbirine sarılacağını merakla bekleyen bir Doğu duruyor karşımızda. Byugn Chul Han’ın ifadesiyle Asya toplumlarına has kolektivizm mi bu süreçten galip çıkacak, Agamben’in, “Hayatta kalmaktan başka derdi olmayan bir toplumdan ahlak bekleyemezsin.” dediği bireyci Avrupa mı? Bekleyip göreceğiz.

Salgının Bedelini Kim Ödeyecek?

Bazı uluslararası uzmanlar, salgın sonrası süreçte muhtemel bazı çatışmalardan bahsediyor. Bunlardan ilki zahiren çok belli olan ABD-Çin çatışması, bir diğeri ise Rusya-Çin çatışması. Amitav Acharya ve Shivshankar Menon’la DSÖ, AB, BM ve uluslararası arenada bizi bekleyen yeni çatışma alanlarını konuştuk. Salgının bedelini ölen insanlar ödedi elbette. Eşitsizlik, sınıf çatışması ve ırkçılık da pandemi sürecinde özellikle Batı toplumlarında yeniden gündemdeki yerini aldı. Doç. Dr. Lütfi Sunar’ın, “Salgın neden siyahları ve yoksulları öldürüyor?” sorusu cevabını bekleyen önemli bir soruna işaret ediyor. Bir yanda virüsten korunmak için ada satın alıp karantinaya giren Ronaldo, diğer yanda bir milyon kişiye beş yoğun bakım yatağı düşen Afrika.

“Her Tanım Zorlu Kilitlerdir Belki de”

Tüm bunlar cereyan ederken en az salgın kadar tehlikeli görülen infodemiye karşı alınması gereken tedbirlerin, tavsiyelerin ötesinde yaptırıma dönüşmesi gerektiği aşikâr. Geleneksel medyanın salgın sürecinde iyi bir sınav verdiğini, buna karşın her biri ayrı bir medyaya dönüşen dijital mecraların yayıncılık açısından henüz yolun başında olduğunu söylemek mümkün. Geleceğin dünyasında bilginin vergisi olabilir yorumu yapan Noah Harari’nin bu yaklaşımını abartılı bulsak da doğru bilginin yaklaşan hızlı teknolojiye karşı nasıl direneceğini kestirmek epey güç. Buna bir de sosyal mesafeli yaşam tarzımızı, 5G ile mekânın bile internete dönüşeceği bilgisini eklediğimizde alışılması güç yeni bir hayatın eşiğinde olduğumuzu kabul etmek zor değil. Problem şu: Tanımlamayı yapan, aynı zamanda dayatmayı da yapan taraf oluyor. Levent Erden haklı: “Bundan sonra bazı normlar bazen gün içinde bile değişebilir.” O hâlde “Yeni Normal”i teklif eden yeni normlar da teklif ediyor demektir. Eski kurallarınızı, alışkanlıklarınızı, değerlerinizi unutun, yerine bizim önerdiklerimizi koyacağınız yeni bir dönem teklif ediyoruz demek değil midir bu? Aramızda “Yeni Normal” tanımı kim tarafından, ilk ne zaman yapıldı?” sorusuna cevap verebilecek kaç kişi var acaba?

Şu hâlde sorabiliriz: Dünyamızın yaşadığı bu dönem Yeni Normal mi? Yeni mi? Normal mi?

[1] https://blogs.mediapart.fr/jean-marc-adolphe/blog/100520/vers-un-feodalisme-digital-par-byung-chul-han